20 Eylül’de açıklanan Yeni Ekonomik Programı bu hafta sonu detaylıca inceleme olanağı buldum. Programın içeriğini özetlemek gerekirse, ekonomik krizin kapsamı doğru tanımlanarak, programın hedefleri iddialı bir şekilde saptandığını söylenebilir. Kritik ekonomik değişkenleri, aşağıda yer alan özet tabloda inceleyebilirsiniz.
Bu tabloda yer alan rakamlar, 2017 gerçekleşme, 2018 gerçekleşme öngörüsü, 2019-2021 ekonomik program hedefleridir. İşsizlik verisi ve kişi başı GSYH verilerini özellikle tabloya dahil etmedim. Bu verilerin hesabında ülkemizde bulunan çok sayıda göçmenin varlığı dahil edilmiyor. Oysa ki bu insanlar GSYH oluşumuna katkıda bulunuyor, iş gücüne katılım oranlarına fiilen etki ediyor.
Yeni Ekonomik Programın temel hedefinin büyüme hızını düşürerek, aşırı hızla viraja giren ve savrulmaya başlayan ekonominin viraj dışına tamamen savrulmasını engellemek olduğunu anlıyoruz. Önceki yazılarımda, Neo-Keynesyen politikalar ile kontrolden çıkan tasarruf açığı, cari açık ve özel sektör borçluluğu gibi kritik ekonomik parametrelerin beraberce oluşturduğu sistematik riskin, ikircikli ve geç reaksiyon veren bir para politikası ve “Reel Politik” çizgisinden uzaklaşan dış politika ile birleşerek nasıl bir ekonomik krize yol açtığını anlatmıştım.
Yeni Ekonomik Program hazırlanırken, bu soruna neden olmuş ekonomi politikalarının yan etkilerinin kabul edilmiş olması ve hedeflerin bu gerçek üzerine kurulmuş olması, bu programın en önemli kazanımlarından biridir.
Programda yüksek tasarruf açığı/yüksek cari açık verilerek büyüme politikasından vazgeçilmiş, stabilizasyon hedefi büyüme hedefinin önüne geçirilmiştir. Diğer bir olumlu nokta ise, programda doğrudan bahsi geçmese de, TL’nin döviz sepeti karşısındaki değerinin stabilize edilmesi ve enflasyonun dizginlenmesi için TCMB’nin gerektiği zaman ve noktada faiz hadlerini serbestçe belirleyebilmesinin program parametreleri içinde kabul edilmiş olmasıdır. Programdaki temel ekonomik verilerden çıkarım yapılan ortalama USD/TL hedeflerinin (diğer bir deyişle döviz sepeti/TL hedeflerinin) faiz silahı kullanılmadan tutturulması olanaksızdır.
Programın hedeflerine ve kurgusuna prensip olarak pozitif bakmak ile beraber, bazı önemli noktaların da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
1. 2018 başından itibaren belli bir yabancı ve yerli fon çıkışı yaşanmaktadır. Bu fon çıkışı en nihayetinde, 2018 yaz aylarında bir döviz likidite sorunu yaratmış, bu sorun da yükselen enflasyon ve faiz artışı ile sonuçlanmıştır. Programda IMF ile bir stand-by anlaşması yapılması öngörülmemektedir. Döviz likidite sorununa yol açan fon eksiğinin yerine hangi yol ile fon sağlanacağı programda tam olarak açıklanmamaktadır.
2. Programda, FED ’in bilanço daraltması ve faiz artış süreçlerine devam edeceği ve ECB ile diğer önemli merkez bankalarının bu sürece katılacağı gibi çok önemli dış etkilerin, Türk Ekonomisini nasıl etkileyeceği açıkça tanımlanmamıştır. Bu sürecin hem kamu hem finansal kesim, hem de reel sektör finansmanını olumsuz etkileyeceği açıktır.
3. Programda, krizin reel sektör ve bankacılık sektörü bilançolarında yarattığı tahribatın nasıl yönetileceğine dair stratejik bir yaklaşım açıkça yer almamaktadır . Geçmiş yıllarda uzun bir Keynesyen ekonomik yaklaşım sonucu, reel sektörde yaşanması gereken yapıcı yıkım gerçekleşmediği gibi; prodüktivitesi düşük, iç pazara yönelik olarak yapılan ve/veya nakit akışı uzun bir süre sonra pozitif olacak birçok yatırım projesi yabancı para kısa pozisyonlar büyütülerek yapılmıştır. Ekonomik krizin geldiği nokta itibari ile sorun, kurumsal ölçeğin dışına taşmış artık sektörel boyuta ulaşmıştır. Nitekim sektörel sorun ölçeğinin en güzel misali, son hafta yaşanan ayakkabı ve alüminyum sektörlerindeki konkordato haberleridir. İnşaat, gayrimenkul, enerji ve holding sektöründeki sorunlar daha önce ortaya çıkmış idi.
4. Reel sektördeki sorunun finansal sektörün yapısına etki etmemesi olanaklı değildir. Bankacılık sektörü yapısı gereği çok yüksek kaldıraç oranı ile çalışan ve ülke içi ve dışı fonları kendi bünyesinde toplayarak, toplamış olduğu fonları özvarlıkları ile birleştirerek kredi arzına dönüştüren bir süreç ile çalışmaktadır. Sistemdeki kredi portföyünün kalitesi zayıfladıkça, bankaların finansal yapıları da zayıflamaktadır. Krizin başladığı dönemde BDDK inisiyatifi ele alıp, çeşitli düzenlemeler ile bankaların kredi gruplandırma politikalarını esnetmese idi, reel sektördeki sorun çok sürat ile bankacılık sektörümün kredi arzına etki edecek idi. Ancak yeni ekonomik programda bankaların sorunlu kredi portföyünün orta vadeli olarak nasıl yönetileceği tam açıklanmamıştır.
5. Ekonomik program, kısa vadede önemli bir sorun olan tahsilat-ödeme zincirinin nasıl güçlendirileceğine dair ipucu verememektedir. Daha da önemlisi bankacılık sektörü yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı bilançosundaki riski büyütmemek amacı ile “credit rationing” (bu kavram kredi tayınlaması olarak çevriliyor.) uygulamak zorunda kalıyor. “Credit rationing” bankacılık sektörünün piyasada yüksek faiz ile kredi talebi olmasına rağmen, kredi taleplerini kısmen karşılaması veya bazı durumlarda da tamamen muslukları kapatmasına anlamına gelir. Ekonomide “credit rationing” yaygınlaşırsa sağlıklı kredi talebinde bulunan reel sektör firmaları da işletme sermayelerini finanse edemez ve sorunlu hale dönüşür. Ne yazık ki konkordato ve yapılandırma süreçlerinin kötüye kullanılması, finansal sektörün bu uygulamasını rasyonel hale getirmektedir. Kötü niyet ile hareket eden reel sektör firmalarının yönetim kurullarının hukuken nasıl sorumlu tutulacağı bu program içinde değinilmemiştir.
6. Programın en önemli bir eksik noktalarından biri de reel sektörün finansal raporlama, kurumsal yönetim ve finansal denetimini içeren geniş kapsamda yapısal bir reform süreci içermemesidir. Türkiye’nin çok sürat ile iyi bir Sarbanes-Oxley benzeri yapısal bir reforma ihtiyacı vardır. Bu reform reel sektörün finansal raporlama prensiplerinden başlayarak, bağımsız denetim kurumlarının doğru dürüst denetim yapmasına kadar dokunacak ve en nihayetinde bankaların kredi derecelendirme süreçlerine kadar uzayacak kapsamlı bir yapıda olmalıdır. Bundan sonra hiçbir kurum örneğin, maliyetleri stoklara yükleyip, finansal raporlarındaki zararı maliyet eksiltmesi kapatıp (ne de olsa maliye vergi matrahını arttıran bu tür oyunlara vergi, ziyanına sebep olmadığı için ses çıkarmamaktadır.) kreditörlere ve yatırımcılarına üzerinde oynanmış finansal raporlar verememelidir. Sahte finansal rapor düzenleme yaptırımı, vergi matrahını arttırıcı yönde olsa dahi, caydırıcı olmalı ve yönetim kurulu üyelerinin, CEO’ların ve CFO’ların canını yakacak bir şekilde cezalandırılmalıdır. Bu konudaki düzenleme ne yazık ki IFRS/UFRS prensiplerinin karbon kopya çevirisinden öteye geçememiştir. Bu işin Batı Dünyasında ne kadar ciddiye alınmış olduğu literatürden izlenebilir.
7. Reel sektörün net kısa döviz pozisyonu bu krizin en önemli nedenlerinden biridir. Program, özel sektörün kısa döviz pozisyonu ve ayrıca oluşan kambiyo zararının nasıl yönetileceğine açıkça değinmemiştir. Üstelik, bir de bu sistematik riskin üzerine yüksek TL faiz maliyetlerinin de binmiş olduğunu ve bu maliyetlerin daha da artacağını düşünürsek konunun derinliği ve boyutu artmaktadır.
8. Programın bir önemli noktası da yüksek finansman maliyetlerinin devam edeceği anlaşılmakla beraber, özel sektörün 2020 ve sonrasında bu maliyetler ile nasıl yatırım yapacağının açıklanamamasıdır. Programın en önemli dayanaklarından biri de kamu kesimindeki tasarruf ve özel sektör yatırım artışının eş güdümlü gerçekleşmesidir. Üstelik tasarruf yapmayı, yatırım yapmayı geçelim, reel sektörün bir bölümü bu kavramlardan uzak olarak “Borç servisi nasıl yaparım?”, “Nakit akışımı nasıl yönetirim?” sorularına çözün üretmek ile meşguldür.
9. Programın en önemli bir diğer dayanağı da cari açığın daraltılması ile ilgili hedeflerdir. Cari dengenin GSYH ’sine olan oranının 2020 ve 2021’de sırası ile %-2.7 ve %-2.6 olarak gerçekleşeceği öngörülüyor. 2018 yılını şimdiden kapattık. 2019 yılı stabilizasyon yılı olacak. Nasıl bir mal ve hizmet üretimi olacak ki cari açık bu kadar hızlı düşecek? Üstelik 2020 ve 2021’de GSYH’nin sırası ile %3.5 ve %5.0 oranlarında büyümesi öngörülüyor. Türkiye’de büyümenin hızlandığı ve cari açığın oransal anlamda düştüğü bir döneme rastlamak kolay değil. Bunun için üretilen mal ve hizmetlerin nitelik ve katma değerinde çok hızlı bir dönüşüm gerekiyor. Henüz bu dönüşümün işaretlerini hissedemiyorum.
10. 2021 sonuna kadar 2.2 milyon kişiye ilave istihdam sağlanması kolay bir hedef değildir. Bu hedefin tutabilmesi için bankaların reel sektöre uygun maliyet ve vade ile yatırım finansmanı sağlayabilmesi, reel sektörün elinde daha yüksek adet ve katma değerde mal üretebilecek bir dönüşüm reçetesi olması, ilave istihdam edilecek işgücünün hızla verimli bir şekilde çalışabilecek yetkinliğe kavuşturulması ve kamunun doğru bir teşvik politikası ile bu sürece katkıda bulunması gerekir. Her şey bir yana Türkiye’nin bu yöndeki işi ticaret savaşlarının başlamış olduğu bir küresel ortamda daha da zordur.
11. Enflasyondaki hızlı azalma hedefi çok doğru konulmuş ancak gerçekleştirilmesi zor bir hedeftir. Bu hedefin tutması için kur sepetinin dizginlenmesi (yüksek faiz ile), reel sektördeki arz fonksiyonunun yatırımlar ile artması (hem cari açığı azaltacak hem de iç piyasada ilave arz yaratarak fiyatları rekabetçi hale getirecek), hem de dış dünyadan Türkiye’ye yansıyacak maliyet bazlı bir enflasyon doğmaması (ABD ve Kuzey Avrupa’daki büyüme oranları toparlandıkça tüm sanayi hammadde fiyatları artıyor.) gerekiyor.
12. Kamu kesimindeki tasarrufu sadece bina kiralamalarını, kamu personelinin sayı ve giderlerini ve kamu araç parkını kontrol edip sınırlandırmak ile yapmak mümkün görünmüyor. En önemli reform, kamu kesiminde herhangi bir siyasi görüşten bağımsız, ülke ve kamu menfaati için çalışma hayatını adayan, idealist, uzman ve deneyimli yüksek nitelikli bir yönetici ve çalışan havuzu yaratmak olmalıdır.
13. Programın haklı olarak değinemediği en önemli kalem, ekonomik kriz ile bozulan gelir dağılımının nasıl düzeltileceği meselesidir. Bu kadar kısa sürede bu konuda gelişme beklemek çok olanaklı değildir.
14. Yine bu program önemli bir zorluk içinde bulunan ve hatırı sayılabilir bir büyüklük ve istihdam sağlayan inşaat sektörü ile ilgili açık bir çözüm süreci öngörmemektedir. Emlak Kredi Bankası’nın yeniden canlandırılacağı konusu önemli bir başlangıçtır ancak bu bankanın, ilave kamuya finansal yük almadan, nasıl işletileceği henüz belirli değildir.
Özet ile, ekonomi yönetimi Yeni Ekonomik Program ile, son derece doğru ve iddialı hedefler koymuş, bu hedefleri tutturacak yöntemlerin bir bölümünü henüz tam kapsamı ile açıkça ortaya koymamıştır.
Aslında alınması gereken bu yöntemler temel olarak Türkiye’nin gereksinim duyduğu ve yukarıda soru ve yanıtlar ile açmaya çalıştığım ekonomik anlamdaki yapısal önlemlerdir.
Ekonomik çerçevedeki yapısal reformlar elbette çok kıymetlidir. Ancak bu reformlara siyasi ve diplomatik önlemler de eşlik etmelidir. Batı Dünyası ile diplomatik anlamda oluşturulması gereken yeni ve kalıcı bir “rapprochement” ile AB’nin siyasi prensipleri olan “Kopenhag Kriterleri” anlamındaki ilerlemeler; ekonomik çerçevedeki yapısal reformlara fazlası ile destek verecektir.
Yeni Ekonomik Programın, Türkiye için güzel sonuçlar üretmesi dileğim ile…
Burak Köylüoğlu