Ekonomik Krizler ve Finansman Yönetimi

0
1459

Bölüm-1 Ekonomik Krizler

       Türkiye kimsenin diline dökemediği fakat ayak seslerini işittiği bir krize doğru gittiği bir gerçektir. Ülkemiz bu krizlere birçok kez maruz kalmış ve her ekonomide olması gerektiği gibi atlatmayı başarmıştır. Fakat bu zamanların para ve ekonomi savaşları olduğu müddetçe devam edeceği de unutulmamalıdır. Bu durum sadece ülkemizle ilgili değil tüm dünyanın sorunudur.

Artık Savaşlar Ekonomi Üzerine Kurulu…

       Ekonomik kriz; bir ülke ekonomisinin dünya ekonomisinde gerilemesi, durgunlaşması, finansal kesimin dengelerinin bozulduğu, diğer kesimleri de olumsuz etkileyerek ekonomik performansı düşüren ve işsizliğin artmasıyla ülke ekonomisini iyi yönetilmemesi sonucu dönemsel bunalım sürecidir. Ekonomik kriz içinde olan ülkeler daha dikkatli, kontrollü harcamalar yaparak ve ihracatları artırmak, ülke içi gelirleri artırmak için kemer sıkma politikaları dahil her türlü ekonomik politikaları denerler.

 Ekonomik Krizleri Tetikleyen Etkenler Nelerdir?

  • Piyasalardaki Hızla Gelişen Durgunluk
  • Arz-Talep Dengesizliği
  • Ülkeye Spekülatif Yatırımlar Yapılması
  • Faizlerin Artması
  • Bankacılık Sektöründeki Sorunlar
  • Enflasyonun Yükselmesi Alım Gücünün Düşmesi
  • Yakın Coğrafyada Gerçekleşen Ekonomik Belirsizlikler (Ülkeden Ülkeye Sıçrayan Ekonomik Krizler örn: 1997 Asya Krizi )
  • Cari Açık Milli Gelirden Fazla Olması
  • Döviz Kur Fiyatlarının Yükselmesi, Ülkenin Milli Parasının Değer Kaybetmesi
  • Ülkede Birçok Şirketin İflas Vermesi
  • Gerekli Devlet Müdahalesinin Hiç Yapılmaması veya Yanlış Yönetilmesi
  • Yeterli Üretim Sağlanamaması
  • İstihdamın Ülke İçin Yetersiz Olması ve Ülkede İşsizliğin Çok Artması

Dünyadaki Ekonomik Krizleri incelemek gerekirse;

      1929 Büyük Buhran denilen ve Amerika’da başlayan bu kriz ile birçok ülke etkilenmiştir. Bu krizin bilinen en önemli sebebi Kapitalist sistemdi ve bu sistemi benimseyen ülkelerin ekonomileri hızlıca zirve noktaları görerek büyüdü, çalışan ücretleri arttı ve gayrimenkul satışları da patladı, parası olanlar borsaya yöneldiler. Fakat bilinmeliydi ki bu gidiş bu şekilde sürmeyecek ve yüksek fiyattan alınan bu gayrimenkuller düşük fiyattan satılacaktı, birçok kimsenin borsaya yönelmesiyle de bir 24 Ekim 1929’da “Kara Perşembe” diye tabir edilen bir Perşembe günü de nihayetinde borsa da patladı ve bir günde milyarlar eridi. Büyük Buhran denilen bu krizde Amerika’da birçok banka iflas ederken binlerce insan parasız ve evsiz kaldı.

       Yirminci yılın son yıllarında 1997’de ilk olarak Tayland’da ortaya çıkan ve adına Asya Krizi denilen bir kriz daha adını tarihe geçirmiş oldu. Kriz kendisini Tayland’da gösterse de gürültüsü Asya Kaplanları Tayvan, Singapur, Hong Kong ve Güney Kore’den duyulmuştur. Bu krizde de Tayland’dan sonra Endonezya ve Güney Kore en çok etkilenen ülkeler olmuştur. Bu krizin çıkış nedenlerinden başlıcaları ise tedbirler alınsa dahi baş edilemeyen spekülatif ortam, bankaların borç-kredi düzenlemeleri, kambiyo ve borçlanmalar, özel sektördeki borç-yatırım politikası, sermaye hareketlerinin nitelikleri, mali sistemin dışa kapalı olması olarak sayılabilmektedir. 1997 yılında Tayland’da sesinin gürlediği Asya Krizi’ndeki panik havası ile ülkelerden ciddi sermaye çıkışları olmuş, yatırımcıların anlık kararlar vermek zorundalılığı ile bankasal kriz meydana gelmiş ve neticesi ise küresel bir kriz olmuştur.

      Türkiye’de yaşanmış olan krizlerin en büyüklerinden olan Kara Çarşamba olarak hatırladığımız 2001’deki Türkiye Krizi ile piyasalar hiç beklenmedik ve öngörülmedik şekilde daralmış, ihracatlar durma noktasına gelmiştir. Türkiye, Asya krizinin yansımalarını üzerinden atamamıştı ki üst üste talihsizlikler ekonomiyi durma noktasına getirdi. Siyasi istikrarsızlık, 1999 Marmara Depremi, en büyük ihracat yapılan Rusya’nın kriz yaşaması ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit “Ülkede Kriz Var” açıklamasıyla ve dönemin Reisi Cumhuru Ahmet Necdet Sezer ile MGK Toplantısındaki yaşanılan gerginlik ile pimi çekilmiş bomba misali piyasaları alt üst etti, milli paramız döviz kuru karşısında eridi.

Bu dönemde;

       Enflasyon rakamları %70’e ulaşmış, borsa %15 gibi rekor bir düşüş yaşamış, bütçe açıkları artmış ve gecelik faiz oranı %7.500’e yükselmiş, kamu bankaları büyük açıklar vermişti. Hükumet bu dönemde dalgalı kur sistemine geçti. Bu kararın alınmasına müteakip 695 Bin Lira olan Abd doları 900 Bin liraya yükseldi. Yine krizlerin sonucu olarak birçok firma iflas etti, işveren ve çalışanlar işsiz kaldı, bankacılık sistemi kapandı, halkın hükumete olana güveni sarsıldığı gibi kredi notu düşürülerek yabancı yatırımcı desteği de çekilmiştir ve bu dönemde büyük oranda sermaye çıkışı yaşandı. Sonuçta IMF stand-by desteği ile üç yıllık bir program uygulamaya koyulmuştur. Bu krizin üstesinden geleceğini ümid ederek Kemal Derviş direksiyonun başına geçti ve üç madde ile ekonomiye can suyu olacağı sinyallerini verdi.

  • Bankacılık sektöründe önlem alınması,
  • Döviz kuru faize istikrar katması,
  • Ekonomiye denge sağlayacak büyüme gerçekleştirilecek.

      Kemal Derviş döneminde 6 ayda ihracat %13 artmış, ithalat ise %16 azalmıştır. Bununla birlikte turizm gelirleri de artmıştır. Ülke bu krizi de büyük sıyrıklarla da olsa atlatmış ve krizden güzel günlerine tekrar kavuşmuştur.

         1929 yılındaki ekonomik buhranın bir benzeri olarak adlandırılan 2008 Ekonomik Krizi 2007 yılında kendisi hissettirse de 2008 yılının Eylül ayında 158 yıllık yatırım bankası Lehmann Brothers’ın batmasıyla krizin adı konulmuş oldu. Bu kriz döneminde ABD’deki gayrimenkul piyasası birden değer kaybetti ve bunun sonucunda da kişisel iflaslar artarak kriz daha da tetiklenmiş oldu.

        Bu kriz sadece balon yüzünden mi oluştu, yoksa başka bir şeyler daha mı vardı?

      10 Trilyon dolarlık işlem hacmiyle dünyanın en büyük Mortgage piyasasına sahip olan ABD, 2003 yılından 2008 yılına kadar süren 5 yıl boyunca ödeme gücü olan, olmayan risk durumu dikkate alınmadan herkese kredi vermeye başladı. Kâra doymayan maymun iştahlı ABD bankalarının verdiği bu kredilerin toplamı 2008 yılına kadar 1,5 Trilyon doları aştı. Bankalar ve diğer finans kuruluşları tarafından alınan bu risk ile mali yapılan içinden çıkılamayacak bir sürece girdi. Krizin sürecini hazırlayan bu dönemde konut fiyatları çok yüksek fakat kredi almak çok kolaydı. Kredi vermek öyle bir hal aldı ki artık konut fiyatlarının %100’üne hatta daha fazlasına dahi kredi verilmeye başlandı. Kredilerin verildiği hedef kitle ise alt ve orta gelir grubuydu. Fakat bu gidişe bir son vermemin zamanı gelmişti. Bu krizin yaşanacağı tahmin edilebileceği halde bilinçli mi yapıldı bilinmez ama Amerikan Merkez Bankası FED’in krizden önceki son iki yılda faiz artırımına gitmesi bu kontrolsüz gidişin rotasını değiştirmişti. Artık emlak sektöründe durgunlaşma yaşanmış ve gerek konut gerekse kira gelirleri piyasanın çok çok altına gerilemiştir. Alt ve orta gelir grubundaki gayrimenkul yatırımcısının beklemediği bu durum artık kaçınılmazdı ve kredi borçlarında gecikmeler yaşandı ve borçlarını ödeyemez hale geldiler. Kredi alacaklarını tahsil edemeyen başta Bear Stearns, Merrill Lynch ve Lehman Brothers bankaları tahsil edemedikleri kredilerin finansmanını yatırım bankaları üzerinden ihraç ettikleri tahvillerle sağlamaya başladı. Fakat bu geçici çözüm de uzun sürmedi, tahvil karşılığı finansman sağlayan yatırım bankaları için durumun daha vahim olduğu 10 Trilyon dolar büyüklüğündeki mortgage piyasası artık alarm veriyordu. ABD’de Finans, İnşaat, Gayrimenkul ve Madencilik sektörlerinde yavaşlayan büyüme ekonomiyi de yavaşlatmıştı. Bu yavaşlamanın ilk kurbanları bireysel yatırımcılar odu. Sisteme güven azaldı ve piyasa kırılganlığı arttı. Kredi derecelendirme kuruluşları yüksek riskli kredilere yönelik kıymetlerin notunu düşürmesiyle bu kıymetler üzerine yatırım yapan kurumsal yatırımcılar da portföylerinde bulunan kıymetler için tekrardan değerlendirme yapmak durumunda kaldılar. Piyasa kötüydü ve değerlemeler çok düşük yapılmıştı. Büyük kurumsal firmalar sahip oldukları yatırım fonlarını dondurmaktan başka çare bulamadılar.

       Krizin artık ayak sesleri artmaya başlamıştı. Bear Stearns’den iki gün içinde 17 Milyar dolar para çekildi. ABD Merkez Bankası Bear Stearns’ı artık kurtaramayacağını anlamıştı. JP Morgan, kriz öncesinde piyasa değeri 20 Milyar dolar olan bu bankayı hisse başına 2 dolar ödeyerek 236 Milyon dolara satın aldı, bunu takiben Merrill Lynch, Bank Of Amerika tarafından satınalındı. Bu böyle satınalmalarla bitmeyecekti tabi, aktif büyüklüğü 173 Milyar dolar olan 13 banka battı, ABD’nin en büyük bankalarından Lehman Brothers 613 Milyar dolarlık borcuyla 15 Eylül 2008’de iflasını açıkladı. ABD geç kalsa da bir süreliğine yatırım bankacılığı modelini rafa kaldırdı. Bu krizi ABD yaklaşık 6 yılda 2012 yılına kadar yaşadı, etkileri bundan sonraki yıllarda da davam edecekti tabi. Bu kriz ABD’ye trilyon dolarlara maloldu. İngiltere ve İzlanda krizin küresel dalgasından en çok etkilenen ülkeler oldu. Krizden sonra ülkeler bankacılıkla ilgili birçok önlem aldı.

       Mortgage krizi olarak da bilinen 2008 ABD Ekonomik krizinin bir benzerinin de ülkemizde ayak sesleri hissedilmektedir. 2008 yılı Mortgage krizi Türkiye’yi teğet geçse de özellikle ekonominin lokomotifi olan ve beraberinde birçok sektöre hayat veren inşaat sektörünün darboğaza girdiği, konut stoklarının arttığı, gayrimenkul fiyatlarının ve satınalma gücünün düştüğü ülkemizin maruz kaldığı bu dönemle büyük benzerlik göstermektedir. Devletin her ne kadar kredi faiz oranlarını sübvanse ve vadelerinin uzatımı için çalışmalar yapsa da kaçınılmaz bir sonun yaklaştığı aşikardır.

       Ekonomiye bu denli güvenin azaldığı bir dönemde atılacak adımlarda daha dikkatli davranılması, yatırımcıya panik havası yaratılmaması gerekirdi. Bunun için ABD ile Papaz krizine bir çözüm getirmesi ve gerginliği bitirmeli uzun vadeli bağlayıcılığı olmayan küçük bazı tavizler vermelidir. ABD’nin ekonomik ve siyasi politikalarından rahatsızlık duyan başta Fransa ve Almanya olmak üzere Avrupa Birliği’ne yanaşmalı ve ticaretimizi ve dostluk gösterilerimizi artırmalıyız. Taşa toprağa para gömmeyi bırakıp hala kanal İstanbul, demiryolu projesi vs. gibi yatırımları yapacağız demekten vazgeçmeliyiz. Katma değerli ürünler üretmeli ve ihracatı arttırmalıyız. Türkiye’nin sınır güvenliğinden ödün vermeden Ortadoğu politikasında da bazı değişikliklere gitmeliyiz. Özellikle son tüketiciye hitap eden bazı ürünlere geçici bir süreliğine bile olsa ciddi vergi artışları yapılarak ithalatın önüne geçilmeli döviz çıkışı önlenmelidir. Bu ve benzeri önlemler alınmazsa faiz, yabancı para likiditesi, TL likiditesi, kur ve enflasyon sorunları tırmanır. Ekonomide hissedilen bu durgunluk ve yükselen faiz oranları ile oluşan likidite sorunu talebi de otomatik olarak durdurur. Cari açığı belki azaltır ama özel sektör, bankacılık sektörü ve tüketiciler üzerinden de bir silindir gibi geçer.

       Merkez Bankasının faizleri 625 baz puan arttırarak piyasaya aspirin etkisiyle geçici bir tedavi üretmesi yerine ülke ekonomisini kalıcı tedavi edici önlemlerini biran önce alması pasif kalmaması gereklidir. Aksi halde faiz oranlarını bir 625 baz puan arttırsa da kurlara bir etkisi olmayacaktır.

       Ekonomik krizlerin başlangıcında ve kriz döneminde özellikle ekonominin başrol oyuncuları Kobi’lerin Stratejik Finansman Yönetimi hakkındaki görüşlerim ve araştırmalarım bir sonraki yazının konusu olacaktır.